Şahs-ı Mânevî, Size Bâkî ve Muktedirdir

AAAŞahs-ı mânevî, size bâki ve muktedir bir kuvvettir

Risâle-i Nur Külliyatı metne dayalı bir eserdir. Serapa ilim ve tefekkürdür. Risâle-i Nur’un samimî ve hâlis şakirtleri, Risâle-i Nur’a muhatap olan samimî ve müdakkik talebelerdir.

Yeni Asya Neşriyat’ın Barla Lâhikası mektupları arasında yer alan 284 numaralı mektup üzerine önceki haftalarda seri yazılar yazmaya çalıştık. Bu mektubun baş kısmında on üç noktada vazîfe görülüyor. Bu vazifeleri daha önceki yazılarımızda incelemeye çalışmıştık. Bu vazifeler “şerh, îzah, tekmil, tahşiye, neşir, tâlim, Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif, Dokuzuncu Şuânın Dokuz Makamını tekmil, tanzim, tertip, tefsir ve tashih”tir.

Bu vazifeler için Bediüzzaman Hazretleri “Risâle-i Nur, benim gibi âciz ve ihtiyar ve zayıf bir biçareye bedel, genç, kuvvetli çok Saîd’leri içinizde bulmuş ve bulacak. Onun için bundan sonra Risâle-i Nur’un tekmil-i îzahı ve haşiyelerle beyanı ve ispatı size tevdi edilmiş”1 demektedir.

Mektubun ikinci paragrafında bu vazifeleri deruhte edecek Genç Saidlere “Risâle-i Nur’un samimî, hâlis şakirtlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlâsından ve tesanüdünden süzülen ve tezahür eden bir şahs-ı mânevî, size bâki ve muktedir bir kuvvet-i zahrdır, bir rehberdir.”2 denilir. Böylece Risâle-i Nur üzerine yapılacak olan şerh ve izah gibi çalışmalar için şahsî hareket edilmemesi, bir şahs-ı mânevî hükmünde olan cemâat ruhunu temsil eden şahs-ı mânevînin muktedir oluşu nazarlara sunulmuştur.

Çünkü şahs-ı mânevî, nâfiz bir içtihâda mâlik ve bir velâyet-i kâmileyi haiz, yüksek ve azîm bir heyetin tesânüdüyle, o heyetin telâhuk-u efkârından (fikirlerin birbiri peşine gelip birleşmesinden) ve rûhlarının tenâsübüyle (uygunluğuyla) birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassuplarından âzâde (hür, serbest) olarak tam ihlâslarından doğan, dâhi ve daimî bir cemâatin rûh-u mânevîsi hükmündedir. İşte böyle bir cemâatın şahs-ı mânevîsi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir ve yukarıda bahsi geçen vazifeleri deruhte edebilir.

Özellikle bu zamanda kıymet ve kuvvet, mütesânid cemâatten tezâhür eden şahs-ı mânevîdedir. Lillahilhamd, Risâle-i Nur’un eczalarından ve şakirdlerinin tesânüdünden tezâhür eden bir şahs-ı mânevî, bizlere ve bu zamânâ Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın hakâikını izhâr etmeye en mükemmel bir rehber ve mürşiddir. Her birimiz o şahs-ı mânevînin evsâf-ı azîmesinden bir nevî mazhâriyetle istifâde ederiz.

Risâle-i Nur Külliyatı metne dayalı bir eserdir. Serapa ilim ve tefekkürdür. Kur’ân’ın mânevî bir mu’cîzesi ve hakîkatli bir tefsiridir. Risâle-i Nur’un samimî ve hâlis şakirtleri, Risâle-i Nur’a muhatap olan samimî ve müdakkik talebelerdir. Bu talebeler bir daire değil, mütedahil daireler misillü sadık ve sebatkâr şakirtlerdir. Risâle-i Nur’a halisen ve livechillâh muhataptırlar. Bu talebelerin samimîyet ve ihlâslarının kuvvetinden ve aynı dâvâda bir cesedin aza ve hasselerinin yardımlarından süzülüp ortaya çıkan bir şahs-ı mânevî Genç Saidlere yeterli bir kuvvettir. Aynı zamanda da yol gösterici bir rehberdir. O şahs-ı mânevî daimî, metin ve sarsılmaz bir mürşiddir.

Bediüzzaman Hazretleri bizlere me’haz olarak “Evet, Risâle-i Nur size mükemmel bir mehaz olabilir.”3 demiştir. Bu me’haz, kudsiyet-i Kur’ân’a dayanmakta ve Kur’ân ile mürtebittir. Bediüzzaman Hazretleri bu noktada bize çok mühim bir yol dahâ gösteriyor ve şerh ve izahın da önceliğinin yine me’haz olarak başvuracağımız Risâle-i Nur’dan nasıl yapılacağını izah ediyor. Şöyle ki; “Ve ondan erkân-ı imaniyenin her birisine, meselâ Kur’ân kelâmullah olduğuna ve i’câzî nüktelerine dair müteferrik Risalelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı burhanlar cem edilse ve hâkezâ, mükemmel bir izah ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir.”4 Demek en te’sirli şerh ve izah Risâle-i Nur’u yine Risâle-i Nur’la şerh ve izah etmektir. Çünkü Risâle-i Nur’un hocası yine Risâle-i Nur’dur. Risâle-i Nur, muallimlere ihtiyaç bırakmayacak kadar kıymettâr ve mânevî bir tefsirdir. Risâle-i Nur’daki mevzuları yine Risâle-i Nur’un değişik yerlerinden bulup bir araya getirmek ve böylece Risâle-i Nur’un rûh-i aslisine muvafık hareket etmek en güzel bir yoldur. Şahsî mülâhazalarımız Risâle-i Nur’un ruh-u aslîsine zarar vermemeli ve gölge olmamalıdır. Risâle-i Nur derslerimiz sadırdan değil, satırdan olmalı; Risâle-i Nur hakikatlerini şahsî malûmatlarımızla gölgelememeliyiz. Me’hazdaki kudsiyete mani olan ahvâl, akvâl ve etvardan uzak durmalıyız.

Risâle-i Nur hizmetinin ihlâs, sadâkat ve tesânüd sıfatlarından tezâhür eden bir şahs-ı mânevîsi olduğunu biliyoruz. Bu şahs-ı mânevî çok kerametlere mazhardır. Bediüzzaman Hazretleri bütün vazifeleri Risâle-i Nur Talebelerinin şahs-ı mânevîsine ve onun âzâ ve hasselerine bırakır ve ene yerine nahnü hakîkati ile mukabele edilmesini ders verir.

Öyleyse ne yapmamız gerekiyor? İşte Bedîüzzamân Hazretleri’nden reçete. “Evet, bahtiyar odur ki, kevser-i Kur’ânîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritendir.”5 Öyleyse şahs-ı mânevî Risâle-i Nur hizmetleri için bizlere bâki ve muktedir, daimî ve mânevî bir üstâd ve mürşiddir. O şahs-ı mânevî, Risâle-i Nur hizmetlerinde yapılması gereken bütün vazifelere ehliyetli ve her hizmeti deruhte etmeye haizdir.

Dipnotlar:

1- Barla Lâhikası, 2006, s. 588.
2- Barla Lâhikası, 2006, s. 588.
3- Barla Lâhikası, 2006, s. 588.
4- Barla Lâhikası, 2006, s. 588.
5- Lem’alar, 2005, s. 401.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir