Cemaatte vâhid-i sahîh olmazsa

Suâl: Selâmün aleyküm kardeşler. Hizmet Rehberi’nde şöyle bir paragraf okuduk. Diyor ki : ”Cemaatte vahid-i sahih olmazsa cem ve zam; kesir darbı gibi küçültür. İnsanlarda sıhhat ve istikâmet ile vahdet olmazsa ziyadeleşmekle küçülür, bozuk olur, kıymetsiz olur.”

Bu paragrafı tamamen anlayamadım. ” Cem ve zam; kesir darbı gibi küçültür.” ne demek? ‘Vahdet olmazsa ziyâdeleşmekle küçülür diyor, ziyâdeleşmek derken ne anlayacağız?

El-Cevap: Muhterem kardeşim, biliyorsunuz toplama ve çarpma işlemleri çoğalma işlemleridir. Yani sayılar normal şartlarda toplanıp çarpılırsa sonuç artar ve çoğalma olur. Ancak bu toplama ve çarpma işlemleri kesirlerde yapılırsa aksine çoğalma değil azalma olur. Kemiyet değil keyfiyet hakîkati de buradan kaynaklanır. Bu kesirlerin toplanmasına ve çarpılmasına örnek verelim.

Meselâ 1+2=3 olur. Veya 2×4=8 olur. Görüldüğü gibi normal şartlarda sonuç çoğalır. Bu işlemleri birde kesirlerle yapalım.

*1 /2 +2/2=3/2 olur. Burada bütün 2’ye ayrılmış parçalardan 3 parça olarak küçüldü. Yani bu işlemde sonuç normal toplamadan daha küçük bir değeri ifâde etti.

*1/2 x3=3/2 olur. Burada da bütün yukarıdaki gibi küçüldü.

Bir örnekte şöyle yapalım.2/4 x1/4=2/16 olur. Burada birinci terimde bütün dört parçaya ayrılmış ikisi kullanılmış. İkinci terimde ise bütün dört parçaya ayrılmış ve bir parçası kullanılmış. Peki, bunların çarpımından sonraki sonuç nasıl? Bütün on altı parçaya ayrılmış ve iki tanesi kullanılmış.16 da 2 elbette ki 2/4 veya 1/4 parçalarından daha küçüktür.

O zaman şöyle diyebiliriz. Kesir sayılarının toplanması ve çarpılması sayı değerlerini artırırken hakîkî parça değerlerini küçültmektedir.

İşte Üstad Hazretleri de buna binâen ”cemaatte vahid-i sahih olmazsa cem ve zam ; kesir darbı gibi küçültür.İnsanlarda sıhhat ve istikâmet ile vahdet olmazsa ziyadeleşmekle küçülür , bozuk olur , kıymetsiz olur.” demiştir.

İşte “cemaatte vahid-i sahih” bu nedenle çok mühimdir. Bu “cemaatte vahid-i sahih” ise bir cemaatin fikir birliği ve istikâmet birliğidir. Bizim belki de nazara vermeye gayret ettiğimiz Üstad’ın şahsiyet-i mânevîyesi meselesi bu konuya bakıyor.

Bu bahis Hakîkat çekirdekleri 73 numaralı yerde geçer ve şöyledir.” 73. Cemaatte vahid-i sahih olmazsa, cem ve zam, kesir darbı gibi küçültür.”HAŞİYE

HAŞİYE Hesapta malûmdur ki, darb ve cem ziyadeleştirir. Dört kere dört, on altı olur. Fakat kesirlerde, darb ve cem, bilâkis küçültür. Sülüsü sülüsle darb etmek, tüsu’ olur, yani dokuzda bir olur. Aynen onun gibi, insanlarda sıhhat ve istikâmet ile vahdet olmazsa, ziyadeleşmekle küçülür, bozuk olur, kıymetsiz olur.(Hakîkat Çekirdekleri )

Buradaki hesaplamaları ondalık sayı olarak toplamayınız, kesir olarak toplayınız. Yani 3/2 demek iki parçaya ayrılmış üç tane parça demektir. Böyle düşünün.

1/2 +1/3=5/6 olur. Birinci terimde bir bütün iki parçaya ayrılmış. İkinci terimde bütün üç parçaya ayrılmış. Bunların toplamında ise bütün 6 parçaya ayrılmış. Tek tek olan kesir sayıların daha büyük parçalara sahip iken toplandığında ise daha küçük parçalara ayrılmış oluyor. Sır burada. Belki bu işlemi şekil ile yapsak daha da güzel anlatabiliriz.

Birde 0,50 büyüktür 0,75ten. Bu açıdan da bakabilirsiniz.

Biz hesaplamayı parça parça düşünüyoruz. Kesir demek parçalara ayrılmış bütün demektir. Üç çeyrek 0.75 olur. Yarım ise bu üç çeyreğin her parçası olan çeyrekten büyüktür mânâsında düşünüyoruz. Kesirlerin toplanmasında ilk toplanan kesirler sonuç olan toplam olan kesirden parçalara ayrılmış olmak i’tibâriyle büyüktür. İsterseniz şöyle düşününüz. Bir bütün iki parçaya ayrılırsa mı parçaları daha büyük olur veya altı parçaya mı ayrıldığında parçalar daha büyük olur? Elbette ki altı parçaya ayrılan bütünün parçaları daha küçüktür. Onun için 1/2 büyüktür 2/6 olur mânâsında düşünmek gerekir. Sanırım olaya parçalar bazında bakmak gerekiyor. Önemli olan bu tür konularda birim kesirlere bakmak gerekiyor. Yani 1/2 birim kesirdir.1/100 de birim kesirdir. Ben Üstad’ın bu birim kesre işaret ettiğini anladım bu kısımda onun içinde toplamada bu birim kesir olan kesirlerin en küçük parçalarını nazara almak gerekir diye düşündüm.

Matematiksel olarak işlem doğru. Bunu yukarılarda açıklamaya çalıştık. Mesleğim icabı bu işlemi öğrencilerime çok yaptığım için o bahsi ilk okuduğumda Üstad’ın bütün ilimlere vukûfiyeti gibi Matematik ilmine de vukûfiyetini görünce çok etkilenmiştim. Çünkü Üstad çok az kelimelerle çok büyük hakîkatleri özlü bir şekilde ifâde ediyordu. Bizlerin böyle cümleler kurması ve bu konuyu bu kadar mükemmel anlatmamız imkânsız diye düşünmüştüm.

Şimdi burada sizin de bahsettiğiniz kemiyet değil keyfiyet meselesini ve “Aynen onun gibi, insanlarda sıhhat ve istikâmet ile vahdet olmazsa, ziyadeleşmekle küçülür, bozuk olur, kıymetsiz olur.(Hakîkat Çekirdekleri )” meselelerini mütalâa edebiliriz.

Bu konu ile ilgili bir kardeşimiz şu değerlendirmeleri yapmış,bu değerlendirmeyi de buraya alalım. “Cemaatte vahdetin sağlanması, kemiyet ve keyfiyet mevzûları o kadar birbirleriyle girift meseleler ki adeta birbirine geçmiş halkalar misüllü, her biri diğerini tekmil ediyor. Bir dersde bu mesele ile ilgili güzel açılımlar dinlemiştim. Bu açılımlar eşliğinde bu meselede şöyle düşünüyoruz ki…

Bir cemaatte vahdetin olması sanırım fikir ve kalp birliği demektir. Bu ikisinin Risâle-i Nûr’daki tanımı da fenâ-fil’l ihvân olsa gerek. Maalesef günümüzde fikir birliğine çok önem verilmekle birlikte kalblerin bir atması mevzuu biraz askıda kalıyor. Bu da cemaatteki keyfiyete zarar vermekle füyüzâtın kalblere in’ikasına perde oluyor. Biraz daha açmak gerekirse. Arkadaşlarla Risâle-i Nûrlardan istifâde etmekle beraber istifâza noktasında geri kalmamızdan bahsediyorduk. Yani kuvve-i mânevîyemiz o kadar az ki günahlara karşı kendimizi sakınamıyoruz. Bunun nedenini düşünürken aklımıza fena-fil’l ihvan meselesi geldi. Yani cemaatteki fertler arasında tam bir kalp birliliği ( yani üzüntüsü ile üzülmek, sevinci ile sevinmek, meziyetleriyle iftihâr etmek, sadece ders arkadaşı değil en candan bir dost olmak…) noktasındaki eksikliğimiz o şahs-ı mânevînin ayinedarlığını kırıyor buda füyuzatın ulaşmasına engel oluyor. O zamanda Risâle-i Nûr’dan aldığımız füyuzât -feyizler kendi isti’dadımız ve kabiliyetimizin kaydı ile kayıtlanıyor. İşte şu takdirde cemaatte istersen 100 kişi olsun bu kemiyet istifâde ve istifâza noktasına bir katkıda bulunamıyor. Gene herkes kendi kabiliyeti miktarında sınırlı kalıyor. Gerçekten, kemiyeten üstün bir cemaatteki fertlerin, şahsî mertebeleri ya da isti’dadları ne kadar eksik yâda inkişâf etmemiş olursa olsun bu hal onların derslerden istifâde etmesine bir engel teşkil etmiyor. Çünkü tam olarak birbiri ile ittisâl etmiş bir cemaatteki ferdler Risâle-i Nûr’un o âzîm şahs-ı mânevîden gelen feyizlere mazhâr oluyor, o a’zâmî ölçüde geniş aynaya gelen feyiz küçücük bir şahsın kalbine de aksediyor. Risâle-i Nûr’un erkânlarına yâda haslarına gelen tüm feyiz onu ( şahsi çalışmasıyla asla ulaşamayacağı bir ölçüde) onun kalp aynasına aksediyor. Risâle-i Nûr15 yıllık bir eğitim neticesini 15 haftada yoksa nasıl verebilir? İşte verebilme metotlarından biri de bu olsa gerek. Demek burada bize düşen çok büyük bir görev var. Derhal ders yaptığımız cemaatlerdeki keyfiyet kalitesini yükseltmeye bakmalıyız. Sıradan bir köylü olan Hafız Ali(ra) abi Üstad’ın zamanında Birinci Sözü okuyarak kâinatın iplerini elinde tutan Zatı müşâhede etmesi hakîkati ne ile açıklanabilir? Tabi ki Hafız Ali misüllü zatlar Üstad’a ve o âzîm şahs-ı mânevîye gelen feyiz ile feyizleniyorlardı ki biz 100 yıl çalışsak ulaşamamacığımız o mertebelere 30 dakikalık bir dersde çıkıyorlardı.

Öyle ise bence bu mesele çok dehşetli bir mesele yani cemaatlerdeki kemiyet ve keyfiyet, vahdet meselesi tam bir bam teli. Risâle-i Nûr’un anlaşılması ve ondan istifâza edip takva-i âzîm sahibi olmak bu meselelerin halline bakıyor. Demek Üstad o yüzden neredeyse her satırda zaman cemaat zamanıdır demiş.”

Şimdi ben de yukarıdaki açıklamayı yapan kardeşimizin cümlelerini tefekkür etmeye ve anlamaya çalışıyorum. Tabii ki bütün olarak bakmaya çalışıyorum. Kardeşimiz İhlâs Risâlesi düstûrlarından önemli değerlendirmeler yapmış ve fena-fi’l ihvan düstûrları ile tam halleşemediğimiz için Risâle-i Nûrlardan tam mânâsıyla istifâza edemediğimizi nazarlara vermiş. Bu mânâlar hakîkaten çok önemli ve isâbetli. Tabii ki bu hakîkatlerin her birimizin âleminde eksik olarak yansıması ise fena-fil ihvan düstûru olan ” Zaten mesleğimizin esâsı uhuvvettir. Peder ile evlât, şeyh ile mürîd mâbeynindeki vasıta değildir. Belki hakîkî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmett kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü’l-esası, samimî ihlâstır. Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz.(Yirmibirinci Lem’a)” düstûrlarının eksik kalmasına sebep oluyor. Buraya kadar kardeşimiz müthiş tespitler yapmış.

Buradan meydana gelen eksiklikler ise Risâle-i Nûrlardan ve şahs-ı mânevîden istifâzamızı azaltıyor diyor kardeşimiz bu da çok güzel bir tespit.

Kardeşimiz devam etmiş ve “işte şu takdirde cemaatte istersen 100 kişi olsun bu kemiyet istifâde ve istifâza noktasına bir katkıda bulunamıyor, gene herkes kendi kabiliyeti miktarında sınırlı kalıyor.” diyerek bu eksikliğin keyfiyet olarak katkı yapamadığını belirtmiş burası da mükemmel.

Kardeşimiz daha sonraki cümlesinde birbirine hakîkî bağlı olan kardeşlerin derslerden daha fazla istifâde edeceğini de şöyle açıklamaış.”Çünkü tam olarak birbiri ile ittisal etmiş bir cemaatteki ferdler Risâle-i Nûr’un o azîm şahs-ı mânevîsinden gelen feyizlere mazhâr oluyor, o azâmî ölçüde geniş aynaya gelen feyiz küçücük bir şahsın kalbine de aksediyor.”

Kardeşimizin şu açıklamaları da tam uygun “Risâle-i Nûr’un erkânlarına yâda haslarına gelen tüm feyiz onu ( şahsî çalışmasıyla asla ulaşamayacağı bir ölçüde) onun kalp aynasına aksediyor. Risâle-i Nûr 15 yıllık bir eğitim neticesini 15 haftada yoksa nasıl verebilir işte verebilme metotlarından biri de bu olsa gerek” burada da erkân ve has dairelerine gelen feyizlerin onların kalplerine nüfûz ederek kısa sürede hakîkat derslerine ulaştıklarını belirtiyor.

“Demek burada bize düşen çok büyük bir görev var derhal ders yaptığımız cemaatlerdeki kemiyetin kalitesini yükseltmeye bakmalı. ” Yukarıdaki kardeşimizin izâhlarından sonra ise kardeşimiz bize düşen en önemli görevlerin başında ders yaptığımız çoğunlukların yani kemiyetin kalitesini yükseltmemiz gereğini ve önemini vurgulayarak doğru bir tespit daha yapıyor.

“Cemaatte vahid-i sahih olmazsa, cem ve zam, kesir darbı gibi küçültür.”HAŞİYE

HAŞİYE Hesapta malûmdur ki, darb ve cem ziyadeleştirir. Dört kere dört, on altı olur. Fakat kesirlerde, darb ve cem, bilâkis küçültür. Sülüsü sülüsle darb etmek, tüsu’ olur, yani dokuzda bir olur. Aynen onun gibi, insanlarda sıhhat ve istikâmet ile vahdet olmazsa, ziyadeleşmekle küçülür, bozuk olur, kıymetsiz olur.(Hakîkat Çekirdekleri )

Bizler de bu cümlenin haşiyesinde bulunan “Aynen onun gibi, insanlarda sıhhat ve istikâmet ile vahdet olmazsa, ziyadeleşmekle küçülür, bozuk olur, kıymetsiz olur.” cümlelerini anlamaya ve buradan bizlere düşen yansımaları anlamak için konunun açıklanmasını istemiştik.

Bu cümlelerden anladığımız insanlardaki sıhhat ve istikâmetin vehdet yani birlik, daha doğrusu fikri birlik ile olacağını anlıyoruz. Eğer bu vahdet olmazsa cemaatler çoğaldıkça küçüleceğinin ve kalite yani keyfiyet cihetiyle bozuk, kıymetsiz olacağını anlıyoruz. Pekalâ, buna karşı ne yapmak gerekir. Bunu da yine Üstad Hazretleri İhlâs Risâlesi’nde şöyle açıklamış.

Ehl-i hidayeti, ulüvv-ü himmetten sû-i istimâle ve dolayısıyla ihtilâfa ve rekabete sevk eden, âhiret nokta-i nazarında bir haslet-i memdûha sayılan hırs-ı sevap ve vazife-i uhreviyede kanaatsizlik cihetinden ileri geliyor. Yani, “Bu sevabı ben kazanayım, bu insanları ben irşad edeyim, benim sözümü dinlesinler” diye, karşısındaki hakikî kardeşi ve cidden muhabbet ve muavenetine ve uhuvvetine ve yardımına muhtaç bir zâta karşı rekabetkârâne vaziyet alır. “Şakirtlerim niçin onun yanına gidiyorları Niçin onun kadar şakirtlerim bulunmuyorı” diye, enâniyeti oradan fırsat bulup, mezmûm bir haslet olan hubb-u câha temayül ettirir, ihlâsı kaçırır, riyâ kapısını açar.

İşte bu hatanın ve bu yaranın ve bu müthiş maraz-ı ruhanînin ilâcı şudur ki:

Cenâb-ı Hakkın rızası ihlâs ile kazanılır; kesret-i etbâ’ ile ve fazla muvaffakiyetle değildir. Çünkü onlar, vazife-i ılâhiyeye ait olduğu için, istenilmez, belki bazan verilir. Evet, bazan birtek kelime sebeb-i necat ve medar-ı rıza olur. Kemiyetin ehemmiyeti o kadar medar-ı nazar olmamalı. Çünkü bazan birtek adamın irşadı, bin adamın irşadı kadar rıza-yı ılâhîye medar olur.

Hem ihlâs ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifâdelerine taraftar olmaktır. Yoksa, “Benden ders alıp sevap kazandırsınlar” düşüncesi, nefsin ve enâniyetin bir hilesidir.

Ey sevaba hırslı ve a’mâl-i uhreviyeye kanaatsiz insan! Bazı peygamberler gelmişler ki, mahdut birkaç kişiden başka ittibâ edenler olmadığı halde, yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner, kesret-i etbâ’ ile değildir. Belki hüner, rıza-yı ılâhîyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırsla “Herkes beni dinlesinı” diye, vazifeni unutup vazife-i ılâhiyeye karışıyorsunı Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenâb-ı Hakkın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma.(Yirminci Lem’a )

Bâkî ÇİMİÇ

[email protected]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir