İkinci Meşrûtiyet ve Bedîüzzamân

Bedîüzzamân “Otuz sene evvel olan kànun-u esâsîyi ve Hürriyetin ilânı”[1]meselesinden bahsederken Birinci Meşrûtiyet’in 1876 yılında ilan edilişini nazara sunar. Birinci Meşrûtiyet 23 Aralık 1876’dan 14 Şubat 1878’e kadar devam eder. Daha doğrusu 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın (93 Harbi) başlaması nedeniyle II. Abdülhamid’in 14 Şubat 1878’de Meclis-i Mebusan’ı kapatmasıyla sona erer. Dolayısıyla Birinci Meşrûtiyet olarak adlandırılan dönem, Osmanlı târihinin yaklaşık bir buçuk senelik bir bölümünü kapsar. 8 Ekim 1876’da yapılan seçim ile Mebusan Meclisi kurulur. 69 Müslüman, 46 Gayrimüslim mebustan oluşan meclis 19 Mart 1877’de Dolmabahçe Sarayı‘nın açılmasıyla resmen başlamış olur. Ancak meclisin açılmasından 36 gün sonra Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eder. Yaşanan gelişmeler neticesinde Müslüman Mebuslar durumdan Padişah’ı sorumlu tutarken, gayrimüslim mebuslar ise kendi çıkarlarını gözeten faaliyetler yürütürler. Abdülhamid, yaşanan gelişmeler üzerine 14 Şubat 1878’de meclisi feshederek Mutlakıyet yönetimine geçer. Böylece her sorunu çözeceği ümit edilen I. Meşrûtiyet, bir yıldan biraz daha uzun bir süre sonra sona ermiş olur. Birinci Meşrûtiyetin sona ermesinden yaklaşık otuz sene sonra İkinci Meşrûtiyet ilan edilir. İkinci Meşrûtiyet’in îlânı ise 23/24 Temmuz 1908 gecesidir.[2]

Halkın kendisini idare edeceği temsilcileri seçmesi ve temsilcilerin de mecliste çıkardığı kànunlar ile milleti idare etmesine “Meşrûtiyet” denir. Osmanlının son asrı hürriyet ve istibdad tartışmalarıyla geçmiştir. Hürriyet nedir? İstibdat nedir? Bu iki kavramın İslâm’la ilişkisi nasıl kurulmalıdır? Meşrûtiyet İslâmî köklere dayandırılabilir mi? Bu ve benzeri soruların cevaplarının arandığı tartışmalar, Yeni Osmanlılar’dan Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar geçen süre içerisinde tartışılan konular olmuştur.

Bedîüzzamân’ın Sultan Ahmed Meydânı’nda nutuk îrâdı, 26 veyâ 27 Temmuz 1908 târihidir. Bu nutuk, “Hürriyetin üçüncü gününde, İstanbul’da, hem sonra Selânik’te Meydan-ı Hürriyet’te binler siyasîlere karşı dâvâ ettiği ve bütün kuvvetiyle şeriatı istediği ve hürriyeti ve Meşrûtiyeti şeriata hizmetkâr yaptığı…”[3] bir nutuktur. Îrâd ettiği bu nutuk dahâ sonra Misbâh (2-9 Ekim 1908) ve Şark ve Kürdistan (?-5 Aralık 1908)  gazetelerinde neşredilmiştir.

Bedîüzzamân Meşrûtiyetin ikinci yılında, doğudaki aşiretlere bahardan güze kadar bir yaz ziyareti yapar. Güzden bahara kadar da Suriye ve Irak’a Arap ülkelerinde gezerek kış yolculuğu yapar. Dağları ve sahraları Medrese kabul ederek o bölgelerde Meşrûtiyeti ders verir. Artık zaman ve zeminin Meşrûtiyet ve hürriyet asrına hazır hale geldiğini, şerîatın Meşrûtiyet ve hürriyet zemininde tatbik edileceğini görür. Bir kısım Kur’ânî işaret ve beşaretlerin de Meşrûtiyet ve hürriyete işaret ettiğini gören Bedîüzzamân Anadolu, Rumeli ve âlem-i İslâm’ın fıtratına uygun bir cereyanın zamanının geldiğini görerek bu cereyana bir kudsiyet verilmesi gerektiğini, şerîat adına sahip çıkılmasının zaruretini anlatmak için yollara düşer.

Görür ki Kürtler ve Araplar Meşrûtiyeti gayet garip bir surette telakki etmişler. Şeytanın arkadaşları onlara Meşrûtiyeti çok yanlış anlatarak Hürriyete ve Hürriyeti bize getiren Meşrûtiyete karşı cephe almalarına neden olmuştur. Bedîüzzamân bu yanlış anlayışı düzeltmek için çok gayret eder. Dağ, ova, çadır ve göçerleri gezerek Meşrûtiyet ve hürriyeti ders verir. Bedîüzzamân gezdiği yerlerde hemşehrilerine Meşrûtiyetin kànunu ile Meşrûtiyeti ders verir. Bedîüzzamân’a “Ey Seyda! İstanbul’a gittin. Bu inkılâb-ı azîmi gördün. Mühim işler içine girdin. Bize ne getirdin?”[4] diye sorulan suallere “Sizlere müjde getirdim.”[5] der. O zaman bazıları kendisine Meşrûtiyette fenalık var derler. Bedîüzzamân “Nurdan zarar gelmez; gelirse, huffaşa(yarasaya) gelir, murdar şeylere gelir.”[6] diye cevap verir. Sonra şöyle haykırır: “Size bütün kuvvetimle, bütün dünyaya işittirecek tarzda bağırarak derim ki, umum İslâm’ın ve özellikle Osmanlı’nın ve bilhassa Kürtler’in saadetinin fecr-i sadıkı Meşrûtiyettir.” der. “Faraza şu devletin yarı milleti pahasında verilseydi gene ucuz düşerdi.”[7] tespitini yaparak endişe içinde olanları teskin eder. Sonra “Biz böyle işitmedik.” diyenlere Bedîüzzamân “Şeytanın arkadaşları çoktur.”[8] şeklinde cevap verir.  

Meşrûtiyet bir nevi “Hürriyettir.” Bedîüzzamân “Ey ebnây-ı vatan! Hürriyeti su-i tefsir etmeyiniz, ta elimizden kaçmasın. Ve müteaffin olan eski esareti başka kabda bize içirmekle bizi boğmasın.”[9] der. Ama ne var ki zayıf istibdat bir süre sonra hürriyet perdesi altında şiddetli istibdatı, sonrasında ise istibdat-ı mutlak ile pek acı ve zehirli bir istibdadı bize içirir.

Bedîüzzamân, Meşrûtiyeti isim ve resim olarak değil, içi adalet, meşveret ve kànunda inhisar-ı kuvvet (Kànun Hâkimiyeti) şeklinde değerlendirir. Daha sonra Bedîüzzamân ”Cumhuriyet ve Demokrat manasındaki Meşrûtiyet ve Kànun-i Esasi denilen adalet ve meşveret ve kànunda cem-i kuvvet”[10] ifadeleri ile Demokratlık ve Cumhuriyet’in de Meşrûtiyetle aynı anlamda olduğunu “Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez.”[11] diyerek, önemli olan isim değil içerik, suret değil hakîkat olduğunu ifade etmiştir.

Sonuç olarak Bedîüzzamân’a göre Meşrûtiyet, Kànun-i Esasi, Demokrasi ve Cumhuriyet arasında içerik ve hakîkat olarak fark yoktur; ancak uygulamada uygulayıcıların bunların gereği olan “Adalet, meşveret ve kànunda inhisar-ı kuvveti” sağlamada eksiklik ve noksanlıklarından kaynaklanmaktadır. Sıkıntı ve tartışma bu noktadan cereyan etmektedir. Günümüzde de işin hakîkatine değil de suretine, içeriğine değil de ismine ve resmine bakanların Bedîüzzamân’ı anlamadıklarını görmekteyiz. Sıkıntı Demokrasi ve Cumhuriyetten, Kànun-i Esasi ve Meşrûtiyet’ten değil, anlayışsızlıktan ve ruhen istibdadı arzu edenlerin bu arzu ve isteklerine göre uygulamalarından kaynaklanmaktadır.

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât),2013, s.288

[2] http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/ikinci_me%C5%9Frutiyet

[3] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Divan-ı Harb-i Örfî)2013,s.198

[4] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât),2013, s.207

[5] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât),2013, s.207

[6] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât),2013, s.207

[7] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât),2013, s.207

[8] Eski Said Dönemi Eserleri(Münâzarât),2013, s.207

[9] Eski Said Dönemi Eserleri(Nutuk),2013, s.173

[10] Eski Said Dönemi Eserleri(Makalat),2013, s.53

[11] Eski Saîd Dönemi Eserleri(Divan-ı Harb-i Örfî)2013,s.137

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir