Kâinata değişilmeyen talebe: Zübeyir Gündüzalp!

Zübeyir ağabeyin hayatı incelendiğinde Zübeyir Gündüzalp’in derûnî ruhundan, zengin kalbinden ve keskin aklından ihlâsa bürünerek çıkan sözlerinin âdeta bütün hücrelerinize birer ok gibi işlediğini ve sizi yeniden Risale-i Nur ve Üstad konusunda formatladığını hissedeceksiniz. “Ya Rabbi! Bu ne ihlâs, bu ne sadâkat, bu ne muhabbet, bu ne hürmet, bu ne âzim sabır, sebât ve metânet!” [1] demekten kendinizi alamayacaksınız.

Meslek ve meşrebe sadâkat Hz. Mehdî(ra)’nin talebelerinin en büyük imtihanı olacak. Zübeyir Gündüzalp ağabey de sadâkat imtihanında zirvede bir şahsiyet! Sadece sözde değil, hayatını feda ettiği dâvâsına hizmette bizzat mücerrep ve vâki. Risale-i Nur’un düsturları ve hizmet tarzı hakkında Zübeyir ağabeyin bütün Nur Talebeleri üzerinde muhakkak bir tesiri bulunur. Ancak O’nun Risale-i Nur’un meslek ve meşrep prensiplerinin tutulup devam ettirilmesinde Yeni Asya şahs-ı manevisi vazifelidir desek mübalağa etmiş olmayız. Çünkü “Kader-i İlâhî Nur Talebelerini ince eleklerle eler. Ta ki sâdık olanlarla olmayanlar bilinsin.”

Risale-i Nur’un meslek ve meşrebine sadâkat

Zübeyir Gündüzalp ağabey Risale-i Nur meslek ve meşrebine sadâkatini şöyle ifade ediyor: “Üstadımızın hizmet tarzı, gayesi ve Risale-i Nur’un mesleği Kur’ânî, îmânî, mânevî, uhrevî, İslâmî, ilmî ve fkrîdir… İçtimâî, siyâsî ve dünyevî müesseseleşmek tarzında değildir.” Dâvâya sadâkati de şöyle:“Bediüzzaman’ın dâvâsına Bediüzzaman’ın tarzında hizmet edilir, sâir mesleklerin usûlüyle değil.” Gelen cümleler ise sadâkatin zirvesini gösteriyor: “Bütün dünya aleyhime geçse, yakında nurcular da istifa etse, bir başıma kalsam, ben; Üstadımın meslek ve meşrebinde devam ederim.”İşte kâinata değişilmeyen sadâkat timsali Nur’un kara sevdalısı olan zatın cümleleri bunlar! Ayrıca Zübeyir Ağabeyher dâim“Üstad’ımız ‘ihlâsı kazanmak ve muhafaza etmek’ dersini veriyor. Burayı okuyunca titriyorum kardeşim” diyerek dikkatleri Risale-i Nur ve tarzına çekiyordu.“Risale-i Nur’un Kur’ânî, îmânî ve uhrevî hizmet usûl ve esaslarına sadâkat şartları Üstadımızın şartlarıdır. Bunlar hem Eski Said’de hem Yeni Said’de vardır. Üstad daire-i mânevisine bu şartlarla kabul ediyor, ‘bu şartlara uyup da eğer ruz-i mahşerde perişan olan olursa o benim sırtımın yükü olsun, yeter ki o bu daireye olan ahdini bozmasın’ diyor.”[2]sözleri meslek ve meşrep hassasiyeti ve sadâkati noktasında hârika tespitler olarak kayda geçmiş.

Bu gelen meslek ve meşrep tarifleri de Zübeyir Gündüzalp’in ses kaydından alınmıştır.

Netice itibariyle Risâle-i Nur, Kur’ân ve îmân yolunu ve Peygamberimizin (asm) Sünnet-i Seniyye yolunu gösteren bir rehber-i ekmel ve bir mürşid-i azamdır. Yoksa başka mesleklerde olduğu gibi hususî bir meslek, hususî bir meşreb değildir. İslâmiyet içerisinde hususî bir meşreb veya meslek değildir. Doğrudan doğruya İslâmiyeti ders verir, İslâmiyeti gösterir.”[3]

Bu keçeli, bu câmid, bu taşkafa…

“Sen Zübeyir’i tanıyor musun Keçeli?”

“Evet, tanırım Üstadım”

“Bu keçeli, bu câmid, bu taşkafa!.. Ben Zübeyir’imi kâinata değişmem” der Üstad, rahmetli Vahşi Şaban Ağabey’e. İşte “kâinata değişilmeyecek” kadar üstâdında kıymet arz eden bir adam; Zübeyir Gündüzalp.[4]

Zübeyir Gündüzalp’in husûsiyetleri

*Zübeyir Gündüzalp için çok şey söylenebilir. Bizler de şunları ifade edebiliriz. Zübeyir Gündüzalp, Bediüzzaman’ın baş hizmetkârıdır.  Hayatını onun hizmetine vakfetmiştir. Bu ashab-ı suffa ruhunu ifade eder. Fisebilillâh, Allah için çalışmak ve hayatını davaya feda etmek!

*Bediüzzaman’ın sır kâtibidir. Çok sırlarını onunla paylaşmıştır Üstad’ı. Zübeyir gelmezse ders okumamıştır. Parmağındaki rahatsızlık vesilesiyle derse katılamadığında “Ben Zübeyir’i değil parmağı, başı kesilse sürünerek de olsa gelir bilirdim” demiştir.

*Bediüzzaman’ın “Kâinata değişmem” dediği talebesidir. Bu söz Zübeyir’in Risale-i Nur’a, meslek ve meşrebine olan sadâkatinin bir ifadesidir. Zübeyir Gündüzalp de bu ifadeye hayatı ve hizmetleri ile mazhar olmuştur.

*Bin talebe yerine kabul edilmiştir. Bazen bir anahtar hazineden daha kıymetli olduğu gibi, Zübeyir de Risale-i Nur meslek ve meşrebi noktasında öyle kıymettardır.

*Bediüzzaman’dan hâsiyet taşıyan şahsiyettir. Çünkü Zübeyir Üstadında fani olmuş bir fedâidir. Ahiretini de feda eden bir kahramandır. İnsan hem dünyasını hem de ahiretini birlikte feda edemez. Bu çok zor bir fedakârlıktır. Ancak Zübeyir Gündüzalp dünya ve ahiret hayatını birlikte Bediüzzaman’a, dâvâsına ve Risale-i Nur’a feda etmiş bir kahramandır.

*Hep sefer halinde bir nefer gibidir. Hizmet söz konusu olduğunda en önde o olmuştur. Hizmeti kimseye havale etmemiş, hasta olduğu halde meşveret esasına göre hareket etmiş, kendisi bizzat o hizmeti ifa etmeye gayret etmiştir.  

*Zübeyir Gündüzalp tam bir muhabbet fedaisidir. Kardeşleri için her şeyini feda etmiş, uhuvvet ve tesanüdü en ehemmiyetli bir fiil bilmiştir.

*Davasının kara sevdalısıdır. Davaya sadakatinin en mühim numunesi Risale-i Nur’a zarar verme durumunda zehirli bir iğneyi tercih etmesidir. O çileler harmanında yoğrulan bir ruha sahiptir. Onun gıdası meşakkat olmuş, çile ve meşakkat onu daha çok şevke getirmiştir. Davası uğruna prangaya vurulduğunda zerre kadar zaaf göstermemiş, “Vurun! Vurun!” sedasıyla zulmedenleri deli-divane etmiştir.

*Şaşmaz bir feraset, yanılmaz bir dehaya sahiptir. Hadiseleri rasat eder, etraf-ı erbasıyla tahlil ederek gerekli tedbirleri alarak aldanmaz bir feraset gösterir. Söz konusu dâvâsı olunca çelik gibi metanet gösterir, şahsî hadiselere gösterdiği müsamahayı göstermez.

*Her an huzurda bir insan-ı kâmil, bir veliyy-i azam gibidir. Onun için Bediüzzaman’ın sır kâtibi ve nurun kumandanı olmayı hak etmiştir.

“Ne yapayım da içeri gireyim?”

“Afyon mahkemesinden sonra Zübeyir Gündüzalp Üstadın hizmetine girmişti. Mahkeme esnasında Zübeyir, Ceylân’a sormuştu; ‘Ben böyle dışarda, sizlerden ayrı sıkılıyorum. Nasıl yapayım da ben de içeri gireyim?’

Ceylân, ‘Sert bir müdafaa yap’ demişti. O zamanlar Zübeyir gayr-ı mevkuf muhakeme altındaydı. Neticede o da içeriye alındı.” 1948 Afyon mahkemesi müdafaasında bulunan Üstadın avukatı Ahmed Hikmet Gönen, Zübeyir Gündüzalp’ten ve müdafaasından hararetle bahsederdi. Hakikaten Zübeyir’in müdafaası çok kahramancaydı.[5]

Afyonda çıkan Kocatepe Gazetesi’nin Bediüzzaman’ın hayatı ile ilgili haberi

Afyon’da çıkan Kocatepe Gazetesi’nin 29 Teşrin-i Evvel(Ekim) 1948 tarihli nüshasında Bediüzzaman hakkında kısa malûmat kabilinden bir yazı yayınlanır. Gazetede Bediüzzaman’ın talebeleriyle birlikte mahkemeye gidişlerini gösteren iki de fotoğraf kullanılır. Güya Bediüzzaman’ın hayatı hakkında kısa malûmat verilen yazıda o kadar bâriz hatalar ve yanlış bilgiler verilir ki, bu yanlış bilgilere Bediüzzaman’ın binine bedel kabul ettiği talebelerinden Nur’un kumandanı, Sır kâtibi, Nur’un Kara Sevdalısı, kâinata değişilmeyen taşkafa mümeyyiz sıfatlara lâyık Zübeyir Gündüzalp ağabey bigâne kalamaz ve aşağıdaki cevapları verir. Bu yazıda yapılan yanlışlara sırasıyla cevaplar verilir. Birlikte okuyalım inşâallah.

(Kahraman Zübeyir’in Kocatepe Gazetesi’ne verdiği cevaptır.)

Bediüzzaman Said-ün Nursî gibi realizmin yüksek bir feylesofu olan bir dâhî hakkında vereceğiniz bir malûmattan memnun kalmış, sevinmiştik. Bu husustaki merak ve tecessüsle takib edeceğimiz yazılarınızı sabırsızlıkla bekliyorduk. 29 Teşrin-i Evve 1948 tarihli nüshanızda ilk yazınızı okuyunca müteessir olmakla beraber, bu ehemmiyetli âlemşümul hâdisenin içyüzüne vâkıf olmadan sathî bir malûmat eseri olan yazılarınızı sütunlarınızda neşrettiğinize hayret ettik. Zira biz gazeteyi realiteyi tahrif veya tahvil etmeden motomot (aynen) efkâr-ı umûmiyeye arz eden bir neşir vasıtası olarak biliyoruz ve böyledir. Şimdi yazılarınızdaki yanlışları sırasıyla takdim ediyoruz:

1- Said-ün Nursî’nin şöhreti “Bedi’zaman” değildir, “Bediüzzaman”dır.

2- Bediüzzaman Denizli’ye nefyedilmemiştir. Orada sadece beraetle neticelenen muhakemesi yapılmıştır.

3- Bediüzzaman Denizli ve Isparta’da mahkûm edilmemiştir. Bilakis masumiyeti güneş gibi aşikâr olarak beraet ettirilmiştir.

4- Şeyh diye, tarîkat tesis eden ve tarîkat dersi verene denir. Bediüzzaman’ın tarîkatla ilgisi olmadığı mahkemelerde isbat edilmiştir. Bu itibarla Bediüzzaman şeyh değildir. Onun eserleri vardır. Cem’iyeti eserleriyle irşad etmiş ve etmektedir. Eser veren bir kimseye de müellif denir. O hârika eserleriyle dâhî bir müellif olarak büyük bir şöhret ve değere mazhar olmuştur.

5- Mürid tabiri de, şeyhle talebesi mabeynindeki bir ıstılahtır. Bediüzzaman’la mahkemeye verilen temiz nasiyeli şahsiyetler mürid değildir. Bediüzzaman’ı dâhî bir feylesof ve üstad bilip, eserlerini iştiyakla okuyan ve yazan ve kendilerini böylelikle eserlerinden ilm-ü irfan elde ettikleri hocalarının talebeleri addeden kimselerdir.

6- Rejim aleyhinde ve dinî propaganda mâhiyetinde gördüğümüz cümleler, üç mahkemenin gayet geniş ve dakik tahkikat ve taharriyatı Bediüzzaman’ın yazılarında rejim aleyhinde bir tek cümle tesbit edemediği halde; sizin bu körü körüne yaptığınız taklid efkâr-ı umûmiye indinde gazeteniz hakkında menfî bir kanaat uyandırmış ve gazetecilik şeref ve haysiyetiyle kabil-i te’lif olmayan vukufsuzluğunuzu şiddetle reddetmiştir. Bediüzzaman propagandacı değildir. O, hârika eserleriyle materyalizm bataklıklarında halâskârlık vazifesini yapmış, eserlerini bulup okuyabilen millet ve gençliğimizin ahlâk ve vazife bağlarını takviye etmiştir. Bu hilaf kabul etmez hakikatı, yüzlerce eseri teyid etmektedir.

7- Yüzlerce eserleriyle bu vatan ve millete senelerdir mürşidlik eden, materyalizm ve rasyonalizm gibi komünistlerin iki dehşetli silâhı olan felsefenin hakikatla hiç alâkası olmadığı, tamamen bâtıl ve muhal olduğunu isbat edip felsefe âleminde yeni bir çığır açmasıyla komünistlikle zehirlenmek tehlikesine maruz kalan kahraman Türk gençliğini kızıl ejderin yaralayıcı vahşeti ve korkunç pençesine düşmekten kurtaran bir mütefekkir, bir dâhî ve realizm feylesofuna alel’âde bir insan nazarıyla bakmanın bir cinayet olduğunu her halde siz de takdir edersiniz. Said-ün Nursî’deki bahr-ı umman halindeki bir ilim ve hârika bir şahsiyetin mevcudiyetini, dâhiyane te’lif ettiği eserlerini dikkat ve iştiyakla tetebbu’ eden allâmeler tasdik ederek, ona Bediüzzaman şöhretini vermişlerdir. O dâhî hiçbir menfaat gözetmeden yalnız ve yalnız bu mübarek vatan ve kahraman Türk milleti ve eşsiz Türk gençliğini komünistlik ve masonluktan muhafaza etmek için hiç görülmeyen bir feragat-ı nefisle, komünist ve masonların taarruz ve tazyiklerine karşı göğüs gererek, yılmadan çekilmeden, yorulup yıpranmadan çalışmıştır. Gayet şümullü ve ehemmiyetli davasının tahakkukunda da daima muvaffak, muzaffer olmuştur. İstanbul, Ankara Üniversitesi gibi en yüksek bir ilm-ü irfan ocağı muhitinde Yirminci Asrın tek realizm feylesofu diye takdir ve tahsin ile tanıtılan dâhî bir büyüğümüz herhangi bir insan seviyesinde görülemediği gibi; bugün en yüksek bir ilim adamı ile bile mukayesesi kabil değildir. Çünkü Mısır’daki Câmi’-ül Ezher gibi büyük bir İslâm üniversitesindeki allâmeler dahi, onun eseri karşısında hayranlık ve takdirkârlıklarını izhar ederek onun manevî büyüklüğü karşısında gıyaben ta’zimkâr vaziyet takınmışlardır. Bediüzzaman’ı tanıyan ehl-i ilim şu kanaata sahib olmuşlardır: Bediüzzaman’ın cevablandıramayacağı bir sual yoktur. Bediüzzaman’ın ikna’ edemeyeceği bir allâme tahmin ve tasavvur edemiyoruz.

8- “Birden terk eden” cümlesindeki “terk” değil, “derk”tir. Yazılarınızdaki yanlışları çok kısa olarak izah ettik. Yoksa o değişiklikleri gazeteniz sahifesiyle yirmi sahifelik bir yazı ile açıklamak lâzım geliyor. Bu münasebetle bir memleketin mühim bir elemanı olmanız hasebiyle sizin ile şu kadarcık konuşabileceğiz. Şöyle ki: Türk Milleti cihanşümul bir çok dâhîler yetiştirmiştir. Memleketimizi kırk senedir satmak kasdıyla çabalayan mukaddesat düşmanı ve vatan haini olan mason ve komünistler, o dâhîleri neslimize tanıtmamışlardır. Daima gizlemeğe çalışmışlardır. Aynen bunun gibi Yirminci Asır’da tek bir feylesof olan Bediüzzaman Said-ün Nursî’yi de kapatmağa çalışmışlar ve bir derece muvaffak olmuşlardır. Fakat uyanık Türk Milleti ve Türk gençliği o dâhîdeki yüksek hakikatı görmüş ve onu tanımış ve tanıtmıştır. O dâhînin cihanşümul dehasını bütün dünya ilim âlemine tanıtmakta Türk gençliği gecikmeyecektir. Zâten o yüksek hakikat şimdiye kadar kendi kendini tanıtmış ve tanıtacaktır. Binlerce nüshanın bir haftada kapışılacak olan o hârika eserlerin tab’ında intizar etmektedir.

Hakikat böyle iken, siz onun kıymetini idrak edemezseniz; böyle tahrifkâr yazılarınızla komünist ve masonlara yardım etmiş olursunuz. Bunu da sizden ümid etmiyoruz. Bilakis büyük değerlerin tanıtılmasına, vatan ve millet ve gençliğimizin ve beşeriyetin ilm-ü irfana sahib olmalarında büyük yardımları yapmanızı bekliyoruz ve bu yazımızı Matbuat Kanunu mûcibince de gazetenizin aynı sütununda neşretmenizi, kanunun verdiği hakka dayanarak istiyoruz.[6] Zübeyir Gündüzalp

Zübeyir Gündüzalp ağabey 2 Nisan 1971’de Hakk’ın rahmetine kavuştu. Rabbim bu Nur kahramanına rahmet etsin, mekânı cennet olsun. Âmîn!

Abdülbâkî Çimiç

[email protected]


[1] Üstadım Bediüzzaman, Zübeyir Gündüzalp’in Notları, Hazırlayan: Ömer Çiçek, s.6, Basım tarihi:2010,

[2]Age, s.9,10

[3] Zübeyir Gündüzalp’in ses kaydından

[4] https://x.com/afumedonur/status/1272464001360900096

[5] Son Şahitler 2.Cild s. 348

[6] Hapis Mektupları, Afyon Hapis Mektupları 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir